Suriye'de Kürtlerin durumu netleşmeden istikrar sağlanmaz

img

RIHA - Suriye’yi Colani’ye teslim ederek istikrarsız ve kendi kontrollerinde bir bölge isteyen egemen güçlerin yeni şekillenen Ortadoğu’da fark ettiği şey; Kürtlerin durumu netleşmeden bir istikrarın sağlanmasının mümkün olmayacağı 

Suriye’de gazetecilik yapan Dilan Dîlok, Mezopotamya Ajansı (MA) için 27 Kasım 2024 tarihinde HTŞ'nin İdlip'ten Halep'e yürümesi ve 8 Aralık'ta Şam hükümetinin devirmesiyle başlayan yeni süreci, çatışmaları, hesapları ve Kürtleri kaleme aldı. 
 
Dilan Dîlok'un yazısı şu şekilde: “Hamas ve İsrail savaşını bir sonucu olarak gelişen ve giderek Filistin, Lübnan ve Suriye’yi de içine alan savaş, birçok politik gelişmenin yaşanmasına yol açtı. İran ile bağlantılı güçlerin tasfiyesi ve İran etkisinin zayıflatılması sonrası Esad rejiminin devrilip Suriye’nin HTS öncülüğündeki Ahmed el Şara (Colani) yönetimine teslim edilmesi, iç savaşını bitirme yerine, siyasi çekişmelerin artmasına neden oldu. Bölge güçleri ortaya çıkan durumdan yararlanıp pozisyon almaya başladı. Bunun yanında ABD’de Donld Trump’un yeniden başkan olarak seçilmesinin yaratmış olduğu sonuçlar dünyada etkisini gösterirken, Ortadoğu'da hesapları olan güçleri, ABD’nin nasıl bir pozisyon alacağı noktasında beklenti içine girdi.
 
HESAPLAR ALTÜST
 
Suriye sahasındaki en önemli değişiklik ise Filistin ile başlayıp Lübnan ve Suriye içlerine kadar giren İsrail ile Türkiye arasındaki dolaylı ve doğrudan çekişme oldu. Yine bölgenin önemli aktörlerinden İran, Suriye'den çekilmek zorunda bırakılırken, Irak ve Yemen’de bir takım değişikliklere zorlandı. Nükleer silahları kontrol altına alma adı altında yürütülen görüşmelerin esasında, dünya kapitalist sistemiyle uygun bir hale getirme girişimleri söz konusu. Bunu biraz sopayla, birazda diplomasi yoluyla yapmaya çalışıyorlar. Bununla birlikte Yemen’de İran yanlısı güçlere karşı yürütülen operasyonlar var. ABD ve İsrail'in başını çektiği bir operasyon durumu var. Irak karışmış durumda, Haşdi Şabi'nin ne olacağına dair tartışmalar ön plana çıkmış durumda. İran yanlısı güçler ve bölge devletlerinin bir kısmı, ‘bu sorunu nasıl atlatırız’ telaşı içerisinde girdi.
 
SURİYE VE HTŞ
 
Suriye’de ise durum biraz daha grift (iç içe girmiş, çözülemeyecek kadar karışık). HTŞ’nin önünü açan ve Şam'ı teslim eden sürecin kendisi hazırlanmış bir durumdu. HTŞ'nin bunu yapabilecek ne bir donanımı, ne de askeri gücü yoktu. Aslında HTŞ'nin kendisi de böyle bir şey beklemiyordu. Hızlı bir şekilde Şam yönetimi kendisine teslim edildi. HTŞ'nin hiç bir açıdan buna dair hazırlığı yoktu. Bu sürecin hemen sonrasında bir zafer havası sarhoşluğu ile özellikle Türkiye'nin kışkırtmasıyla Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi'nin özelde de Rojava’nın kazanımlarını tasfiye etmek için bağlı çetelerin tamamı Kürtlerin hakim olduğu yönlendirildi. Uzunca bir savaş ve çatışma sonrası bu güçler Tişrîn ve Qereqozax’taki görkemli direnişle durduruldu. İlerlemelerinin önleri alındı ve bir süre sonra da bu paramiliter gruplar arasındaki anlaşmazlıklar baş göstermeye başladı. Giderek grupların yetersizliği, kafa yapılarının Suriye’yi yönetemeyeceği açığa çıktı. Alevi halkına karşı gerçekleştirilen katliamlar, Durzilerin olası böyle bir durumla karşı karşıya gelmemek için İsrail ile girmiş olduğu ilişkiler sonrasında Güney Suriye'de özerklik ilan ettiler. Bu kaos ortamında Kürtler kendi durumunu korudu ve güçlendirdi. Bu badireyi atlattıktan sonra Suriye sahasında en istikrarlı, en yaşanabilir bölge olma vasfını da bir kez daha pratikleriyle tüm dünyaya yeni bir model olarak kanıtladı. 
 
TÜRKİYE’NİN HESAPLARI
 
Suriye üzerinde İsrail'in de hesapları var. İsrail, İran ve İran yanlısı cihadist yapıları kendisi için tehdit olarak görüyor. Lübnan ve Suriye’de bunları temizlerken, Sünni cihadist yapıların Türkiye'nin patronluğunda yeniden güç haline gelmelerini kabul etmiyor. Türkiye'nin de hesabı bu cihadist İslamcı yapılarla Ortadoğu'nun kısmen de İran'dan boşalan alanların yeni hamisi rolünü oynamak istiyor. Bundaki temel motivasyonunu ise Kürtlerin kazanımlarını bertaraf etmek. Bu amaçla hem Suriye’ye hakim olmak, hem de böylece Kürtleri statüsüz bırakacak bir Suriye çözümü üzerinde çalışıyor. Suriye’deki güçlerden çok Türkiye üniter yapı Arap Cumhuriyeti, merkezi bir yapı' diyor.' Farklılıkları kabul edeceğiz ama kimse ayrı bir yönetim ayrı bir güç olmayacak' tarzında Suriye adına açıklamalar yapması, bunu teşvik etmesi, Kürtleri de sürekli tehdit ederek, saldırılar düzenleyerek olası kazanımların önünü almak ve bir anlamda Kürtleri yeni iktidara teslim etmek için arayışı söz konusu oldu. Bu hesap Suriye sahasındaki diğer hesaplarla uyuşmadı. Özellikle İsrail buna çok ciddi tepkiler ortaya koyuyor.
 
Suriye’nin Kuzey kesiminin Cerablus, Grê Spî, Serekaniyê ve Efrin’e kadar geniş bir alanı, Kuzey Batı Suriye’nin bir kısmı fiili olarak Türkiye'nin hakimiyetinde. İsrail de son süreçte Golan Tepeleri’nden Şam'ın eteklerine kadar geniş bir alanı askeri anlamda kontrol ediyor. İki devletin el altından görüştükleri, pazarlıklar yaptıkları belirtiliyor. Türkiye aslında her alana hakim olacağı, Suriye’nin yeni yönetiminin belirleneceği, HTŞ'ye söz geçirebileceği pozisyonunu korumak istiyor. Fakat buna ne ekonomik gücü var ne de siyasi gücü. İsrail'in istekleri burada önemli. Çünkü başta ABD olmak üzere batılı güçlerin bölgedeki en temel önceliklerinden birisi İsrail'in güvenliğidir. Dolayısıyla İsrail'in istemediği bir şekillenme burada gerçekleştirilemez. 
 
ŞARA HESAPLARI
 
Alevi katliamının yapıldığı bir süreçte bölgedeki koalisyon güçleri ki- İngiltere'nin başını çekiyor- ABD’yi de ortak ederek buradaki yerel güçlerle-QSD Genel Komutanı Mazlum Ebdî ile Şara'yı bir araya getirip bir protokol imzalattı. Protokolün özellikle HTŞ tarafından basına servis edilmesi onların Alevi katliamı sonrası sıkışması, dünyanın 'bunlar Suriye’yi yönetemez, bunlar uygun değil' demeye başladığı bir süreçte deyim yerindeyse Kuzey ve Doğu Suriye, QSD ve Rojava üzerinden meşrutiyet açmaya çalıştılar. Bu süreci yürüten uluslararası güçlerin yerel temsilcileri Kürtler ile HTŞ uzlaşıyormuş gibi bir hava yaratarak Şam'daki rejimi korumaya dönük bir hamle yaptı. Kürtler açısından da kazanımlar içeriyordu bu anlaşmanın kendisi ama sonuçta böyle bir niyeti vardı. Nitekim bundan kısa bir süre sonra ABD yeni kurulan bu hükümeti tanımadı, hatta onları temsil eden bayrakları tüm kurumlarından indirdi, eski bayrağı kullanmaya başladı ve belli şartlar öne sürdü. Bu şartlar gerçekleşmeden yeni yönetimi tanımayacağını söyledi. Kısacası Suriye de yarın ne olacağına dönük kesin bir şey yok. Mevcut HTŞ yapısının da bu haliyle Şam'da iktidar olma imkanları da gittikçe zor görünüyor. Onlar açısında aleyhlerine işleyen bir süreç var. Hızla bir dönüşüm yapmak zorundalar, ancak dönüşümü yapabilecek bir potansiyele sahip değiller. 
 
İSTİKRAR ZOR
 
HTŞ de 17-18 cihadist örgütten oluşan bir ortaklık söz konusu ve bu cihadist örgütlerin birçoğu da El Kaide bağlantılı. Dolayısıyla demokratik bir Suriye, Özerk Yönetimden oluşan ya da federal yapılardan oluşan bir Suriye’yi oluşturabilme, kurabilme olanağına sahip değiller. Bu da Suriye’de kısa vadede bir istikrarı beklememek gerektiği anlamına gelir. HTŞ'yi Şam'a taşıyan gücün hesaplarından biri de buydu: İstikrarsız bir Suriye. Tıpkı Irak gibi kendi içinde boğuşan bir Suriye öngörülüyordu. Bu İsrail'in güvenliği için, yine İsrail'in alanda hakimiyetini daha uzun vadeli sürdürebilmesi için gerekli bir şeydi. Onun için Suriye'de kısa vadede istikrar beklemek gibi bir şey pek gerçekçi görünmüyor. Ancak uluslararası, İsrail ve koalisyon baskısı ile başta ABD olmak üzere Türkiye'nin de ikna edilmesiyle Suriye’de özerk bölgelerden ya da konfederal bölgelerden oluşan yeni Suriye modeli denenebilir. Fakat bunun ne kadar yürüyebileceği, ne kadar istikrarlı olacağı henüz net değil. Yapılan anlaşmalar, dile getirilen söylemlere aslında tarafların hepsinin geleceğine dönük zaman kazanma hamlesinden başka bir anlamı yok.
 
KÜRTLER
 
Yeni şekillenen Ortadoğu'da tüm uluslararası güçlerin Türkiye de dahil hepsinin fark ettiği şey; Yeni süreçte Kürtlerin durumu netleşmeden bir istikrar sağlamak mümkün olmayacaktır. İmralı girişimleri bu çerçevede ele alınmalıdır. Ortadoğu'da söz sahibi olmanın anahtarı Kürtlerin elindedir. Rojava Kürtleriyle dünyanın her kesiminden, İsrail'den ABD'sine kadar ilişkiler geliştirmek, ortaklaşmak isteyen güçler var. Kürtler de bu duruma kayıtsız kalmıyorlar. Suriye yeniden şekillendirilecek, Kürtlerin birlik sorunu toplumda ciddi bir talep haline geldi. Özellikle Suriye Milli Hükümeti olarak tanımlanan yapı ile hareket eden ENKS çevreleri deyim yerindeyse son dakikada o gruplar tarafından itildiler. Yani onların hayal ettiği, beklediği ya da en azından Şam'da bizimde bir ağırlığımız olur, bir şey oluşur beklentileri gerçekleşmedi ve bunu gördüler, teşhir oldular. Alelacele buradan çıkmak için biraz daha Rojava Yönetimiyle, ilişkiler geliştirmek istediler. Bunda Başûr Kürdistan'ın rölü oldu. Sonrasında ise 26 Nisan'da Qamişlo'da bir konferans gerçekleşti. Hem uluslararası güçlerin katkıları, hem toplum içinde oluşan ulusal birlik duygusunun yarattığı baskıyla, askeri müştereklerde bir anlaşma sağlanabildi. Ve bu anlaşma üzerinden bir konferansa gidildi. Bunun kendisi ileride neye evrilir, gerçekten sağlıklı bir şekilde yürür mü, yürümez mi? Şimdiden bunu kestirmek zor ama iyi niyetli bir girişim olduğunu ya da en azından sembolik de olsa bu konferansın Kürtlerin birliğini ve taleplerini dünyaya deklare etmesi açısından önemli bir rolü var. Bu başta 4 parça Kürdistan olmak üzere tüm dünyada Kürtler açısından büyük bir heyecan ve sevinç yarattı. Bu anlamda etkisi azımsanamayacak kadar önemlidir. Ancak mevcut güçlerin karakteri tanındığı için belli kaygı ve endişelerin de olması gayet normal. 
 
KONFERANS
 
Biraz da bu konferansı oluşan sürecin bir kazanımı olarak görmek mümkün. Tabi bu ruhun yaratılması çok önemlidir. Rojava’daki Kürtlerin birlik ruhunun yaratılması ve önümüzdeki süreçte nasıl bir Suriye' tartışmalarına güçlü katılım olacak. Konferansta tartışılan kararlar çerçevesinde bazı müzakereler ve tartışmalar yürütülecek. Şam ile yeni sistemin oluşturulması noktasında pazarlık için ortak komiteler kurulacak. Bu komiteler üzerinden Kürtlerin talebi tek ses olarak ortaya konulacak. 'Kürtler nasıl bir Suriye istiyorlar, Kürtlerin talepleri neler, genel Suriye’ye dönük neler istiyorlar' bunlar dile getirilecek. Diplomasi alanında olsun, toplumsal siyasette olsun bir birlik ruhu yansıtılacak ve talepler bu şekilde dile getirilecek. Tabi ortak dile getirildiği için de bir güç kazanacak. Aslında konferansın kendisi her yere mesaj verdi. Ki nitekim tepkiler de gelmeye başladı. Şam yönetimi şimdiden bunun bir bölünme tehdidi olarak algılayıp öyle değerlendirdi. Bu Türkiye'nin tepkisidir. Çünkü Şam'da tam bir irade yok, ciddi muhatap alınacak bir irade yok, deyim yerindeyse Kürtlerin tüm taleplerine karşı Şam'dan yapılan açıklamalar Türkiye'nin yaptığı açıklamalar olarak görmek lazım. Türkiye'nin dışında Şam'ın herhangi bir görüşü yoktur. Şam Türkiye'ye rağmen bir şeyler söyleme iradesine sahip değildir. Bu anlamda iradesizdir. Türkiye onlar üzerinden Kürtlere dönük siyaset yapıyor. 
 
Fakat bölgedeki gelişmeler Türkiye'nin istediği gibi gitmiyor. Özellikle Alevi katliamı, Durzilerin tavrı, başta kadınlar olmak üzere cihadist olmayan tüm çevrelerin tavrı Türkiye'nin hayalindeki gibi bir Suriye'nin olmayacağını gösterdi. Tüm dünyanın ortak tavrı böyle. Türkiye'nin ise buna karşı ne direnecek gücü var, ne de imkanları var. İsrail'le uzlaşmaktan başka çareleri yok gibi görünüyor."